17 Temmuz 2007 Salı

özledim

geriye, ilk iletiye döneyim. deniz kıyısındaki taşın üstüne.

yüzümüzü rüzgara verip, iyot kokusunu içimize çeksek ve sussak, gözlerimizi kısıp denizi seyretsek...

bernard shaw'ın bir arkadaşı varmış. belirli aralıklarla bir pubda buluşur, içkilerini alır. bir masaya kurulur ve hiç konuşmadan bir iki saat geçirirlermiş. kalkma zamanı gelince de, birbirlerine bu sessiz arkadaşlıkları için teşekkür ederlermiş.

kalabalığın içinde yapayalnız olmak değil de, kimsenin sizi görmediği, ilgilenmediği bir başınalık yaşadınız mı? yaşam akıp giderken, siz, tanpınarvarî bir "ne içinde, ne dışında" tadında, bir-iki saat geçirdiniz mi?

hedef hırsızları

hedeflerin vardır. başkalarını ilgilendirmeyen, kırk yıl düşünseler akıllarına gelmeyecek olan.

ilgilenirler, hedef yapanları da olur, kendilerine. ve ardı gelir...

"çok iyi" bilirler(!), karar verirler, söylerler ve zorlarlar.

bilirsin ki, yalnızlıktan sıkılmışlardır, hedefsizdirler. hedefinizi sahiplenmeleri bundandır. iddiacılıkları, hedefinizi sahiplenmelerinden kaynaklanır. bilirsin ki, ilgini kaybedince, bir boşluğa düşecektirler.

tiksindirirler. nefret edersin hedefinden. ilgin dağılır, hevesin kaçar. boşa geçirdiğin zamana mı yanarsın, sinirlerinin harap olmasına mı, herşeyi ile senin olanın bir zorba tarafından paylaşılmasına mı?

korkuyoruz

yalnız insandan da korkuyoruz. referansı olsun istiyoruz. birileri tanısın da, ben sonra tanıyayım diyoruz.

yalnız insana önce çakallar yaklaşır. vantuzludurlar da, yapışırlar. ne ezebilirsin, ne ciddiye alabilirsin. onun tanıdıkları vardır. kör ölür badem gözlü olur. sen yalnızsındır, referansın yoktur, tanıyanın bilenin. bazen bir kibrit alman bile sorundur, "ne yakacak ki?!" sorusunu okursun kimilerinin gözünde.

yalnızlık

niye korkuluyor yalnızlıktan, sanki çok toplumsal (sosyal) kişileriz.
değiliz! benciliz, içekapanığız. hem bir duvar örüyoruz, hem de bu duvarın içine kendimizden başkalarını da hapsediyoruz. duvarın içinde yalnız olmaktan korkuyoruz.

yalnız kalmamak için yalanlar söylüyoruz, entrikalar çeviriyoruz, tehdit ediyoruz...

ne mutlu oluyoruz, ne de mutlu ediyoruz...

mola

bir sigara sarayım...

geriye bakınca

başına buyruk yaşadım aslında... direndim de, kendimce!

ama yine de geriye dönünce, şimdi ne kadar anlamsız gelse de, verdiğim kararların, o zamanın koşullarında çok azı yanlış geliyor... ama çoğu da kırılma noktalarında verilmiş olunca, iş değişiyor. o zaman niye çıkıyor öngörülerim?

düşüncelerim doğru, kararlarım neden yanlış?

neden?

ayağımda bir pranga hissediyorum ve sırtımda bir küfe...!

tüm yaşamımda bunları neden taşıdım?

ve neden varsaydım, yokları?

keşke...

tanıdığım bildiğim biri ile, deniz kıyısında taşların üzerine oturup, geçmişi sorgulamadan konuşabilsem...

geçmişi yoksayarak konuşmak mümkün olabilse. taşımak zorunda olmasam onu. sırtımdan inse keşke...